Yabancılaşma

Üzerine yazılmış koca literatür hatmedilse bile yabancılaşma muğlak bir kavram olarak kalmayı başarır. Bu durum onun uydurulmuşluğundan değil, aksine fazlasıyla gerçek olmasından ve çok boyutluluğundan kaynaklanır. Aslında yabancılaşmanın en anlaşılır en kapsamlı tanımı onun kelime anlamında barınmaktadır. Yabancılaşma büyük bir kelimedir. Bunun üzerine yapılacak her yorum ayrıntıdan ibaret kalır, bütünü olduğu gibi kavrayamaz.      

1-Yabancılaşma bütün benliği kavrayan amaçsızlık hissidir.
İnsanın, günlük hayatın dayattığı kalıplar içerisinde benlik yitimine uğraması, başka bir deyişle rutinin nihai bir zafer kazanmasıdır. Bu anlamda yabancılaşma modernizmin bir hastalığı, postmodernizmin ise kendisi olarak kabul edilebilir.  Modern toplumlarda üretim/tüketim dizgesi içinde insanın oynadığı sıradan rol, onu varoluşsal bir anlamsızlığa sürekler. Önemsizlik hissi büyür. Boşa geçen bir yaşam algısı gelişir. İçene düştüğü hiçliğe çare olarak çoğu zaman egolarına sığınır insan. Suni ihtiyaçlara bağımlılığı dolayısıyla da sahip olma tutkusu artar. Sonuçta kendisini ilkel doyumlara, geçici tatminlere indirgeyen bir metabolizma ortaya çıkar. Olup biten kısaca, “şeyleşme” olarak tanımlanabilir.           

2-Yabancılaşma yaşamda özne yerine nesne durumuna düşmektir.
İnsanın kendisini, gidişatına asla etki edemediği bir yaşamın içinde bulması durumudur. Özne olmaktan hızla uzaklaşan birey tüm yaratıcı yetisini kaybeder. İrade, sistemin tutsağı durumuna düşer. Öznel seçimleri bile beklentiler, dayatmalar belirler. Oysa insan yeri geldiğinde, “zamanın ruhu”na başkaldırabilmelidir. Yaşamı sorgulamalı, kendi kendisini baştan tasarlamalıdır. Eylem ancak böyle özgürleşebilir. Özne, özne olarak kalmaya ancak böyle devam edebilir.          

3-Yabancılaşma, sarf edilen emeğin insanın kendisini gerçekleştirme çabasına katkı yapmamasıdır.
Emek, sadece karın doyurma, barınma gibi ihtiyaçları karşılamaya veya toplumun statü göstergesi olarak kabul ettiği tüketim nesnelerine sahip olmaya yarıyorsa, insanı insan yapan o  kutsal anlamından kopmuş demektir. Dışsal bir etkinlik haline dönüşmüş, insanın içindeyken kendisini yadsıdığı bir uğraş olmuştur. Oysa özetkinlik bir araç değildir. İnsana bedeninden sonra en çok ait olan şeydir. Bu nedenle yük olmaktan çıkmalı, varoluş tasarılarının başat yönlendiricisi konumuna gelmelidir.