Tarihsel Materyalizm’i Günlük Hayatta Kullanma Kılavuzu

Basit bir soru?

2000’li yıllarda bile insanlar neden hala nazara, göze, fala, büyüye, cine inanıyorlar. Mavi boncuklar, muskalar, ters çevrilmiş fincanlar, tahtaya vurmalar, kurşun döktürmeler, türbe kapılarına sürtünen anahtarlar mendiller niye?

Zor bir cevap:

MÖ 40 bin: Bu dönemde insanlar üretici bir kimliğe sahip değildir. Yani hayatlarını idame edebilmeleri için yaratıcı olmalarına gerek yoktur. Doğada varolanla yetinirler. Avlanırlar. Toplayıcılık yaparlar. Ele geçirdikleri sayesinde beslenirler, giyinirler, barınırlar. Doğa onlar için büyük bir gizemdir. Çevrelerinde olup biten olaylara karşı mantıksal bir açıklama yapabilecek bilinç düzeyinden yoksundurlar. Güneşin her gün doğup batması, gök gürlemesi, yıldırım, fırtına… Ölüm hepsinden zor bir sorunsaldır. Nedenle sonuç arasındaki ilişki tümüyle bilinmezdir. Determinizm tamamen keyfidir. Kara bulutun yağmur bırakması, ateşin insanın elini yakması, kadının bedeninin içinden bir bebek çıkması, ölü bedenin çürümesi insanlar için nedenleri hakkında hiçbir fikirlerinin olmadığı somut olaylardır. Ters giden bir işi düzeltmenin, (yani nedeni bulup onu ortadan kaldırmanın ve böylece sonucu değiştirmenin) yolu onlar için sihirseldir. Kamplarına dadanan bir kaplan sürüsüyle karşı karşıya olduklarını hayal edelim. Bu gerçeği ortadan kaldırmanın mantıklı yolu kampın çevresine çukurlar kazmak, tuzaklar kurmak veya çeşitli noktalarda ateşler yakmaktır. Ama atalarımız nasıl davranırlar? O sürüyü temsil eden bir figür yaparlar. Bir kaplan figürü. Onu kampın ortasına asarlar. Sonra ona iğneler, sivri uçlu mızraklar saplarlar. Belki ateşe atıp yakarlar. Böylece o sürüden kurtulduklarına inanırlar. Neden sonuç arasında hiçbir mantıksal bağ kuramayan insan bilincinin uygulamasıdır bu. Sihirsel düşünce olarak isimlendirilir.

MÖ 8 bin: Toprağın yaratıcı gücü keşfedilir. Bundan böyle üretici ekonomiye geçilmiştir. Artık hayatta kalmanın en önemli yolu avlanmak değil toprakla uğraşmaktır. Toprak tıpkı kadın gibi doğurgandır. İçine gömülen tohumlar canlanır, insana besin sağlayan müthiş bir oluşum gerçekleşir. Toprak ana kültü yavaş yavaş gelişir. Yaratıcılık dişil bir öğedir. Evreni yaratan da öyle olmalıdır. Böylece bereket tanrıçaları doğar. Zaman içinde tanrıçaların yanına tanrılar eklenir. Dinsel düşünce ortaya çıkmıştır. Sihirsel düşünceyi tümüyle dışlamaz. Onu kavrar. Ama onu aşar. Bundan böyle nedenlerle sonuçlar arasındaki en belirleyici etki tanrısaldır. Tanrı iradesi tüm determinizmi ele geçirir. Ölüm tanrının emridir, bereket mükafatı, deprem ise cezası. İnsanlar ibadet ederek, yakararak, kurbanlar keserek tanrı iradesini kendileri için en hayırlı olacak şekilde etkilemeye çalışırlar. Dinsel düşüncenin egemenliği tartışmasız bir şekilde binlerce yıl sürecektir.  

MS 19. yüz yıl: Avrupa’da aydınlanma devrimi ve bilimsel gelişmelerden sonra sanayi çağı başlamıştır. Artık doğayı kontrol altına almak değil ona hükmetmektir söz konusu olan. Düşünce, pozitif akıl yürütme yöntemlerinin etkisindedir. Neden sonuç arasındaki ilişki akla dayalı verilere oturtulmuştur. Deneye, gözleme dayanmayan hiçbir sonuca itibar edilmez. Her şeyin bir nedeni vardır. Açıklanabilir. Daha da önemlisi kanıtlanabilir. Metafiziğe, gizeme, sihre yer yoktur. Bilimsel düşünce boşluk bırakmayı sevmez. Yıldızlar bizim güneşimiz gibi güneşlerdir. Deprem yer kabuğu hareketidir…         

İnsanlığın günlük yaşamında sihirsel düşünce yüz binlerce yıldır, dinsel düşünce binlerce yıldır var. Bilimsel düşünce ise sadece birkaç yüz yıldır. Hiçbiri diğerini tam anlamıyla ortadan kaldıramamıştır. Sihirsel, dinsel ve bilimsel bir harman oluşmuştur. Her bilinç bu harmandan nasibini alır. Ama herkeste baskın olan taraf başkadır. Mavi boncuk asarak, tahtaya vurarak, kurşun döktürerek veya muska takarak kötülüklerden uzak duracağımıza inanmak dinsel motifli sihirsel düşünce kalıntılarıdır. Başka bir deyişle kaplan figürüne iğne batırarak ondan kurtulacağımızı sanmaktır.