Star Gazetesi, 7 mart 2010

Mehmet Altan’ın Köşe Yazısı

Cevap ‘Kaplumbağa Terbiyecisi’nde mi?

 

 

 

 

Bu Pazartesi günü yazdığım “Fikriye hanım’ı kim vurdu?” başlıklı yazımın sonu şöyle bitiyordu: “İki uçak dolusu parlamenter… ‘Ermeni Soykırım Yasa Tasarısı’ nedeniyle gene Washington’dalar…Hafta boyunca ve belki ertesinde de konumuz bu olacak. Neden? Fikriye Hanım’ın nasıl öldüğünü gizlediğimiz ve Malta Sürgünleri’ni yargılamadığımız için… Birinci Cumhuriyet’in bu çok ağır virütük ve mikrobik kalıntılarından arınmadıkça, buralarda berrak, sağlıklı, bol oksijenli bir hayat söz konusu olabilir mi?

Aslında cevap Osman Hamdi’nin ‘kaplumbağa terbiyecisi’ adlı olağanüstü tablosunda var.
Çok merak ederseniz, oradan devam ederiz… Okurlarımızdan tahminlerimin çok çok üzerinde merak sinyali geldi. Cevabı, bu Pazar gününe bıraktım…
Tabloyu anımsamayanlara da kısaca hatırlatalım… Kaplumbağa Terbiyecisi, Osman Hamdi Bey’in 1906 ve 1907 yıllarında iki farklı versiyonunu çizdiği tablosudur. Belinden sıkı bir kemerle bağlanmış kırmızı uzun bir giysi giyen sakallı bir adam, mavi çinilerle kaplı eşyasız ve bakımsız bir odada, izleyiciye arkası yarı dönük biçimde dikilmektedir. Başına, etrafına gelişigüzel bir yemeni sarılmış arakiye takmıştır. Adamın ayaklarının dibinde, yerdeki yaprakları yemekte olan kaplumbağalar vardır. Bursa’daki Yeşil Cami’nin üst katındaki odanın duvarlarındaki sıvalar ve çiniler yer yer dökülmüştür. Tablonun tek ışık kaynağı adamın önündeki alçak penceredir.
Ellerini arkasında kavuşturmuş olan adam bir ney tutmaktadır. Sırtında bir nakkare asılıdır ve buna bağlı bir mızrap boynundan aşağıya sarkar. Bazılarına göre adamın sırtında asılı olan şey, eskiden dervişler ve dilenciler tarafından kullanılan, hindistancevizinden ya da abonozdan yapılma dilenci çanağı olan keşkülüfukaradır.

Osman Hamdi Bey’in bu tablosu, özellikle ilham kaynağına dair net bilgilerin olmadığı dönemde, geri kalmış bir toplumu çağdaşlaştırmaya çalışan bir aydının yorgun hâlini anlattığı şeklinde yorumlanmıştır. Başka yorumlara göre, düşünceli biçimde dikilen adam, sabır gerektiren zor bir iş olan kaplumbağaları terbiye etme işini, elindeki ney ve sırtındaki nakkareyi çalarak başarmayı ummaktadır. Bu yoruma göre de terbiyeci Osman Hamdi Bey’in kendisidir. Terbiyecinin zorlu işi elindeki müzik aletleriyle halletmeye çalışması, Osman Hamdi Bey’in de değişime direnen bir toplumu sanat yoluyla çağdaş seviyeye getirmeye çalıştığını, bu yüzden sanat okulu ve müze açma girişiminde bulunduğunu vurgular.
Terbiyecinin, kaplumbağaları eğitmekte kullanacağı neyi üfleyemeyip arkasında tutması, Osman Hamdi Bey’in neyi üfleme, yani kaplumbağalar ile temsil edilen halkı eğitme kaygısından artık vazgeçtiği, çünkü derviş sabrının bile bir sonu olduğu şeklinde de yorumlanmıştır.

Emre Caner’in yeni yazdığı ve ikinci baskısını yapan “Kaplumbağa Terbiyecisi / Osman Hamdi Bey’in Romanı”nda da şu yorum var: “Osman Hamdi de hayatı boyunca kimsenin bilmediği meslekler yapmıştı. Ressam olmuştu en başta. Sonra müze müdürü. Bir arkeolog. Ardından da Güzel Sanatlar Akademisi Müdürü. Onun kaplumbağa terbiyecisinden bir farkı yoktu aslında!”
Gerçekten hep aynı şeyleri tartıştıkça insan “Kaplumbağa Terbiyecisi”ni ister istemez hatırlıyor… Gerçekten umut kesilecek kadar ağır ve aksak mı gidiyoruz? Bezginliği iktidar kılacak bir yapısal eksiklik mi var? Konular için belki evet ama toplum için galiba hayır… Osman Hamdi Bey çok haklı olarak yorulmuş ama bugün hepimizi çok umutlu kılacak çok daha farklı bir toplumsal ateşten söz edebiliriz… Her şeye rağmen kaplumbağa yavaşlığından sıyrılıyor gibiyiz.

Cevap…

Aydınlanma Felsefesinde

 

Mehmet Altan 2.cumhuriyet fikrinin adım adım gerçeğe dönüştüğü şu günlerde nereye baksa isim babalığı yaptığı ideolojinin zaferini görüyor olmalı. Osman Hamdi Bey’in Kaplumbağa Terbiyecisi tablosuna getirdiği yorum da doğrusu hayli yaratıcı(!) Ona göre kaplumbağalar üzerlerindeki yüzlerce yıllık uyuşukluğu atıp hareketlenmişler şimdilerde. Başlarında duran derviş sonunda muradına ermiş(!)  Osman Hamdi Bey sabır gerektiren işinde haklı olarak yorulmuş ama bugün hepimizi umutlu kılacak çok daha farklı bir toplumsal ateşten söz edebilirmişiz.  

Bahsedilen tüm bu olumlu dönüşüm nereye doğru peki? Altan’ın cevabı satır aralarına gizlense de aslında çok açık: 2. Cumhuriyet’e çevirmiş kaplumbağalar yüzlerini…   

Oysa Osman Hamdi Bey ömrü boyunca feodal değerlerin hâkim olduğu bir toplumda modernist kurumlar inşa etmek için çalışmıştır. O bir aydınlanma savaşçısıdır. Hem özel yaşamında karısı ve kızlarıyla olan ilişkilerinde hem de mesleki hayatında hep bu düşüncenin mücadelesini vermiştir. 1876 yılında Osmanlı’ya Meşrutiyet getiren Mithat Paşa hareketini desteklemiş, 1908 yılında ise Abdülhamit’in kasvetli iktidarını devirenlerin yanında olmuştur. Cumhuriyet’e ömrü yetmemiş olsa da onun Kemalist devrimler karşısında nasıl tavır alacağını kestirmek hiç de zor değildir. Cumhuriyetin kuruluş felsefesini canı gönülden benimsemesi kuvvetle muhtemeldir.   

Televizyon konuşmalarında ve yazılarında sık sık aydınlanma felsefesini yadsıyan Altan, postmodern söylemin cazibesine kapılarak dogmaya karşı eleştirel aklı ön plana çıkaran koca bir felsefeyi görmezden gelme konusunda inat ediyor. Aydınlanma felsefesinin somut hali, bu topraklara özgü bir matematik formülüyle bile kanıtlanabilir. Yardım edelim: Bir köy enstitüsü mezunundan bir imam hatip mezununu çıkardığımızda elimizde kalan dünya görüşü farkı aydınlanma felsefesinin ta kendisidir. Osman Hamdi Bey’in kaplumbağalarına bu açıdan bakarsak aradan geçen 104 yılda çok da yol kat edemediklerini görebiliriz.