Herkes hiç olmadığı kadar özgür…
Sunulan seçenekler hiç olmadığı kadar fazla…
İnsanın tek derdi neyi seçeceğine karar vermek…
Tüm bunlar kulağa hoş gelse de postmodernizm göründüğü kadar masum olabilir mi? Aslında sistem yapay bir özgürlük satıyor. Sınırları önceden çizilmiş bir özgürlük. Sistem insanı ilk önce popüler bir yaşam çemberinin içine hapsediyor, sonra “özgürsün” diyor. “Ne yaparsan yap ama kıstırıldığın hücrenin içinde kal.” Ardından bir yalan daha söylüyor. “Sonsuz özgürlüğe sadece burada sahip olabilirsin!”
Nasıl mı?
Sistem ilk olarak, “haftasonları alışveriş merkezine gitmeye mecbursun” normunu benimsetiyor. Sonra seni özgür kılıyor. “Hangisine gideceğine sen karar ver” diyor. Zaten her yer alışveriş merkezi.
Sistem, “akşamları dizi seyredilir” emrini veriyor. Sonra onlarcasından birini seçmekte seni özgür bırakıyor. Ama kaçınılmaz olan, saatler boyunca televizyonun karşısında oturmak.
Sistem, “spor ayakkabı almazsan akranlarınca kabul görmesin” buyuruyor. Ama çok insaflı! Hangi markayı tercih edeceğine karışmıyor. Sonuçta ayağına giydiğin, Çin’de 5 dolara mal edilen, ama senin 100 dolar verdiğin bez pabuç olacak.
İşte postmodernizmin özgürlükten anladığı bu.
Yeni bir varoluş biçimi söz konusu artık. Kapatıldığı hücrede kendini özgür hisseden. Dahası hücrenin içinde yaşadığından bi haber olan. Nedensiz yere kendisinin özel olduğuna inanan. Herkesten farklı olduğunu zanneden. Gerçekteyse tüketim kapitalizminin nesnesi durumuna indirgenen. Yeni bir varoluş biçimi.